Ne Dinliyoruz

SON DAKİKA HABERLERİ

4 Ağustos 2008 Pazartesi

DİNİ HİKAYELER


CEHENNEMİN YEDİ KAPISI



PEYGAMBER(S.A.V)cebrail(a.s) 'a:"ey cebrail cehennemin kapılarını tarif et.onlar bizm kapılarımız gibimidir?diye sorar.
cebrail(a.s):
___ya resulallah cehennem kapıları birbiri üzerinde katlar halindedirler.bir kapıdan diğer kapıya geçiş yetmiş yıldır ve her kapı bir öncekinden yetmiş defa daha sıcaktır.
peygamber(s.a.v) tekrar,bu kapılara kimlerin yerleşeceğini sordu:
cebrail:
___(HAVİYE) denilen en alt tabakada münafıklaroturacaktır.dedi
ayette belirtildiği gibi:

"hiç şüphesizmünafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar."(nisa/145)
___(CAHİM) diye yazılan ikinci kapı Allh'a ortak koşanların gireceği kapıdır.
üçüncü tabakada bulunan kapıda yıldıza tapanlar (sabiiler) girecektir.
bu kapının üzerinde (SEKAR) yazar.
dördüncü tabakada bulunan kapıda şeytana uyan putperestler ve ateşperestler girecektir.beşinci kapıdan yahudiler girecektir.
adı(SEİR)olarak yazılan altınca kapıdan hristiyanlar geçecektir, dedikten sonra cebrail biraz durdu.peygamber (s.a.v) tekrar:
___niçin yedinci kapıdan girenlerin durumunu bildirmedin?diye sordu.
cebrail(a.s)kederli bbir veziyette :
___ya resulallah bunu sorma!deyince ;peygamberimiz"söyle" diye ı sarar etti.
cebrail:
___orada senin ümmetinden tövbe etmeden ölenler vardır,dedi.
rivayet edildiğine göre:
"hepiniz oraya (cehenneme) istisnasız gireceksiniz!(meryem/71) ayeti indiğinde peygamber (s.a.v)ümmeti için duyduğu üzüntü ve endişeden hüngür hüngür ağlamıştı.

allahı bilen,hışmının şiddetini düşünen,O'ndan elbetteki korkar.gelecekte azaba uğramamak için nefsinin azgın isteklerini engeller ve terbiye eder.yapmış olduğu kötülüklerin üzerindeki perdeleri atarak,Allah'ın huzuruna getirilip,mahkeme sonucunda cehennemi atılması emredilmeden, ilahi ahlak esaslarına uyar.nice ihtiyarlar vardırki,"ah ihtiyarlığım " diye bağırır.nice gençler vardır ki: " ah gençliğim "diye bağırır.nice kadınlar"ah rezaletlerim"diye çırpınır.orada hepsinin gözleri ve bedenleri simsiyah, belleri kırıktır.orada ne büyüklere saygfı gösteriliri,ne küçüklere acınır ve kadınlar çıplaktır.

allahım "bizi cehennemin ateşinden ve azaba seep olan bütün vasıtalardan koru!bize acıyarak iyilerle birlikte bizi de cennete koy!ey aziz ve günahları bağışlayan allahım,hatalarımızı ört!bizi korkularımızdan emin eyle!rahman ve rahim olan allahım,bizi huzurunda rezil etme!

salat ve selam peygamberimiz ve onun yakınları ve ashabının üzerine olsun.



NAMAZI GEÇ KILANLARA İBRETLİK BİR HİKAYE...

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: **Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?** Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.
Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine.
Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu ...Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece....
Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.
Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....
Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. "Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.
Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.
Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı." Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.
Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?
Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar......Namazım....Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.
Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu.
" Namazlarım.....Namazlarım....Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.
Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.
Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.
"Siz de kimsiniz ?" dedi.
İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım."
"Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum."dedi....
İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;
" Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın mı?
Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu

İKİ EKMEK EKSİK... Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye'yi ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki:
-Ekmekler yirmi olsa gerektir.
Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular.
-Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin.
Cevâbında şöyle buyurdu:
-Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde (En'âm sûresi 160. ayet-i kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O'nun bu vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim.


YA RESULALLAH! BANA TAVSİYE ET!

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor:


Bir şahıs Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek Hazretin kendisine tavsiye etmesini istedi. Hz. Resulullah (s.a.a) ona şöyle tavsiye ettiler:
Bir şahıs Resulullah (s.a.a)’in huzuruna gelerek Hazretin kendisine tavsiye etmesini istedi. Hz. Resulullah (s.a.a) ona şöyle tavsiye ettiler:


“Benim sana tavsiyem şudur ki; parçalansan, ateşe atılıp yakılsan bile, Allah’a şirk koşma.


Annene ve babana eziyet etme; eğer dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap.


İhtiyacından fazla kalan malını dini kardeşinin ihtiyarına bırak.


Müslüman kardeşinle karşılaştığında açık yüzlü ol.


Halka ihanet etme.


Gördüğün her Müslümana selam ver.


İnsanları İslam’a davet et.


Bil ki, her sorunu çözmenin (sıkıntısı olanın sıkıntısını gidermenin), Hz. Yakub’un oğullarından bir köleyi azat etmek kadar sevabı vardır.


Bil ki, şarap ve her sarhoş edici şey de haramdır.

BİR ANDA SAÇLARI BEMBEYAZ YAPAN HATA Muğla'nın Milas kazasında orta yaşlı bir adam, bir gece rüya görmektedir:

Kendisi ölmüştür. Yıkarlar, kefenlerler ve mezara defnederler. Rüya çok net ve berraktır. Adam mezara konduktan ve üzeri örtüldükten sonra kapkaranlık bir yerde kalır. Bir müddet sonra sağ tarafından bir menfez açılır ve iki kişi girer. Bunlar kendilerinin münker ve nekir olduğunu söylerler. Kendisini alıp o menfezden geçirerek geniş bir sahaya, pazar gibi bir yere getirirler. Bir üzüm tezgahının basma geçirerek karşıdan gelen bir zata üzüm satmasını söylerler. Münker ve nekir de kendisinin sağ ve solunda muhafız gibi durarak satışa nezaret ederler. Kendisinin alış-verişte cüzî bir haksızlık yaptığını gören münker ve nekir hemen tezgahın basından alarak çok büyük bir kapının yanma getirirler. Kapı kale kapışı gibi çok büyüktür. Kapının yanına gelir gelmez kapı otomatik olarak açılır.

Rüya sahibinin o anda gördüğü manzara çok korkunçtur. Müthiş bir yangın ve içerisinde yanan insanlar vardır.İnsanlar bir taraftan yangın ve içerisinde yanan insanlar vardır, insanlar bir taraftan yanmakta; bir taraftan da derileri ve vücutları tazelenmektedir. Yanan insanların çıkardıkları feryatlara dayanılır gibi değildir.

Münker ve nekir adamı, meydanın tekrar ortasına getirirler. Kendisine: Cezanın orada gördüğü gibi yanarak mı, yoksa bir başka şekilde verilmesini mi, istediğini; hangisine razı olduğunu sorarlar. Adam gördüğü o müthiş yangında yanan insanların yanmasındaki cezaya razı olmayıp bir başka cezaya razı olduğunu söylemesi üzerine, birdenbire vücudunda binlerce derece bir hararetin baş gösterdiğini bütün dehşetiyle hisseder. Dayanılmaz bir ızdırap, çekilmesi mümkün olmayan acı ve azap başlamıştır. Avazı çıktığı kadar feryat ve figana başlar.

(Bu anda dönelim rüyanın geçtiği adamın evine, adam gerçekten avazı çıktığı kadar bağırmaya başlıyor, vakit gece yarısı, karısı uyanıyor, bitişik odadaki iki yetişkin oğlu uyanıyor. Konu-komşu duyup geliyor, adam bağırıyor, yanındakiler uğraşıyor, fakat bir türlü uyandıramıyorlar. Belki bir veya biraz daha fazla saat geçiyor bütün uğraşmalar nafile, adam uyanmıyor bir türlü.)

Dönelim gene rüya içine adamın hararetten yani içerisine düşen yangından bütün vücudu fokur fokur kaynıyor ve dayanılmaz bir hal alıyor. Feryatlar dayanılmaz şekilde... Bir müddet sonra münker ve nekir'in müdahalesiyle ceza tatbiki sona erdiriliyor. Ve adama deniliyor ki, “îşte gördün ve anladın ki ufak bir hatanın cezası bu. Şimdi seni tekrar hayata, dünyaya iade ediyoruz. Bundan soma yaşayışını buna göre tanzim et.”

Bu müsaadeden sonra rüya sahibi uyanır amma, simsiyah olan saçları da, bu rüyanın dehşetiyle bembeyaz olur.

Vakayı bize nakleden ve bu şahsı gören Avukat Fethi Ün'ün ifadesine göre, şimdi artık o, hayatım kılı kırk yararak geçirmekte, bundan sonraki menzili olan kabirde kendisine faydası olacak salih amellerin, güzel şeylerin peşinden gitmektedir.

FATİHİN HALKINI İMTİHANI


Hazreti Fatih Sultan Mehmet istanbul'u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, İstanbul'un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı.

Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp birşey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi. Fatih'i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu.

Adam:

-Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi.

Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı.

Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:

— Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans'ı, dünyayı bile fethederim, dedi ve istanbul'un Fetih planlarını hazırlamaya başladı.

51 gün süren muhasaradan sonra Bizans, Akşemseddin Hazretlerinin de bizzat iştirakiyle fetholunmuştu. İstanbul fetholunduktan sonra, Osmanlı imparatorluğunun merkezi Edirne'den İstanbul'a taşındı.
GÖK KAPILARINI TİTRETEN DUA..

Asrı Saadette ticaretle uğraşan bir tacir mümin vardı. Bu tacir ticaretinde helal haramı gözetir. Allah ve Resulü için bu ticareti yapar, herkesin hakkına riayet ederdi. Ticaretini Şam ile Medine arasında gerçekleştirir çoğunlukla da ticaret kervanları ile hareket etmez, tek başına yolculuk yapmayı severdi.

Bir alacağını almış, satacağını da satmış ve Şam'dan Medine ye doğru hareket etmişti. Epeyce yol almıştı ki, baştan aşağı silahlı bir eşkıya ile karşılaştı. Eşkıya bu mümin taciri tehdit etti;

"Mallarını şuraya indir, develerini de şu ağaca bağla."
Mümin tacir:

"Mallarım senin olsun, beni bırak gideyim.

Eşkıya;

"Bugüne kadar soyup da öldürmediğim kimse yok Senin hem mallarını alacağım, hem de canını."

"Madem beni öldürmeye kararlısın, senden son bir talebim var"

"Söyle talebini"
"Ben Müslüman'ım abdest alıp, iki rekât namaz kılayım ondan sonra beni öldür."

Eşkıya izin verir. Tacir önce abdestini alır, sonra da İki rekât namaz kılar ve ellerini Rabbine açar:

'Ya Vedud! Ya Vedud! Ya Ze'l-arşi'l-mecîd! Ya Mübdi, Ya Mu'id! Ya Fe'aalün lima yürid! Eselüke bi-nuri vechike'l-lezi mele'e erkane arşike ve es'elüke bi-kudretike'l-leti kadderte biha halkake ve bi rahmetike-lleti vesiat külle şeyin. La ilahe illa ente. Ya Muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni! Ya muğis, eğisni!

Mümin tacirin duası bitmişti ki, çok garip bir hadise meydana gelir. Birden beyaz bir at üstünde yeşil elbiseli, elinde de harbe olan bir süvari peyda oldu. Eşkıya şaşırmış, ne yapacağını bilemez bir durumda idi. Eşkıya, taciri ve malları unuttu, ortaya çıkan bu süvariye saldırdı. Süvari bir darbe ile eşkıyayı yere düşürdü.

Süvari tacire dönerek: "Öldür bu eşkıyayı" dedi.

"Ben hayatımda kimseyi öldürmedim, insan öldürmeyi hoş görmem. Beni bağışla." dedi.

Sonra süvari eşkıyayı bir darbe ile öldürdü.

Tacir sordu: "Sen kimsin?"

"Ben üçüncü kat gökte duran bir meleğim. Bu adamı öldürmeyi Allah Teala bana nasip etti. Sen namazından sonra ellerini kaldırıp duaya başladığında, gök kapılarının çalındığını duyduk, öyle şiddetle çalınıyordu ki. Mühim bir hadisenin olduğunu anladık. İkinci defa dua ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa dua ettiğinde, Allah Teala, Cebrail Aleyhisselam'ı görevlendirdi.



Cebrail Aleyhisselam şöyle dedi:

'Dua eden falan mümini kim kurtaracak" Ben talep ettim de görevlendirdiler. Ey Allah Teala'nın mümin kulu! İyi bil ki! Senin yaptığın bu duayı kim yaparsa Allah Teala onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder."

Bu hadiseden sonra mümin tacir yola koyulur ve Medine'ye varır. Soluğu Kâinatın Efendisi Sallallahu aleyhi ve sellem'in huzurunda alır ve başından geçen hadiseyi anlatır. Taciri dinleyen Kâinatın Efendisi Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

"Muhakkak ki, Allah Teala sana esma-i hüsnayı telkin etmiş. 0 isimlerle Allah Teala'ya dua edilirse, istenen verilir."

CİMRİNİN CÖMERTLİĞİ

Cimri,karısının hazırladığı sofraya oturmuş.

kendilerine çektikleri ziyafet;bulgur pilavı ile

bir baş soğanmış.

Soğanı her zaman yemezlermiş.

Ziyafet olduğu için bulgur pilavının yanında kesmek cömertliğini göstermişler.

Yedikçe iştahları açılmış.bir bütün soğanı bitirmişler.

Cimrinin o gün cömertliği üstündeymiş.

Karısına neşeyle seslenmiş:-

Malını yemişde ölmüş var mı?

Kes bir soğan daha!

Bu dünyaya bir daha mı geleceğiz ?

demiş.
DUALARIMIZ NEDEN KABUL OLMUYOR

Bir gün, mutasavvıf İbrâhîm b. Edhem (k.s.), Basra sokaklarından

geçerken, halktan bir topluluk etrafını sarıp şu soruyu sordular:

"Yâ İbrâhîm! Bunca zamandır dua ederiz, Hakk Teâlâ duamızı

kabul etmez. Halbuki O, Kur'ân-ı Kerîm'inde: "Bana dua ediniz,

ben de size karşılığını vereyim." (el-Mü'min 40/60) buyuruyor. Bunun sebebi nedir?"

İbrâhîm b. Edhem (k.s.) cevap verir: "Ey Basralılar! Sizin kalbiniz 10

şey ile ölmüştür. Onun için duanız kabul olmaz:

1. Cenâb-ı Hakk'ı biliriz dersiniz; fakat emirlerini tutmazsınız.
2. Kur'ân-ı Kerîm'i okursunuz; fakat onunla amel etmezsiniz.
3. Rasûlullah (s.a.v.)'i severiz dersiniz; fakat sünnetlerini terk edersiniz.
4. Şeytan düşmanımız dersiniz; fakat ondan korunmaz, üstelik yolundan gidersiniz.
5. Cenneti isteriz dersiniz; ancak cennet için hayırlı ameller işlemezsiniz.
6. Cehennemden korkarız dersiniz; ancak günahlara dalarak kendi elinizle

kendinizi cehenneme atarsınız.
7. Ölüm haktır dersiniz; fakat ölüm için hazırlıkta bulunmazsınız.
8. Kardeşlerinizin ayıplarını sayar dökersiniz; ancak kendi ayıplarınızla meşgul

olmazsınız.
9. Allah'ın verdiği çeşitli nimetlerden faydalanır; fakat şükretmezsiniz.
10. Ölmüşlerinizi götürür kabre gömersiniz; fakat onlardan ibret alıp nefislerinizi

ıslaha çalışmazsınız.
İşte bu sebeplerden dolayıdır ki duanız kabul olmaz." buyurmuştur.

YETİŞŞŞŞ YA RESULALLAH

Ebû Abdullah Merrakûşî hazretleri, Resûlullah efendimizi vesîle ederek Allahü teâlâdan bir şey istemek, Resûlullah efendimizin yardım ve şefâatlerine kavuşmak husûsunda bir eser yazdığı esnâda başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakletti:

"1239 senesinde Sader kalesinden seçkin bir cemâatle berâber çıktık. Yanımızda bize kılavuzluk eden biri vardı. Bir müddet gittikten sonra suyumuz tükendi. Durup su aramaya çıktık. Ben de bu arada ihtiyâcımı görmek için gittim. Bu sırada müthiş bir şekilde uykum geldi. Nasıl olsa giderken beni uyandırırlar deyip, başımı yere koydum. Uyandığımda kendimi çölün ortasında yapayalnız buldum. Arkadaşlarım beni unutup gitmişlerdi. Yalnızlıktan büyük bir korkuya kapıldım. Çölde sağa sola yürümeye başladım. Nerede bulunduğumu, nereye gideceğimi bilemiyordum. Her taraf dümdüz kumdu. Az sonra hava karardı. Yolculuk yaptığımız kâfileden hiçbir iz yoktu. Ben, gece karanlığında yapayalnızdım. Korkum daha da şiddetlendi. Telâşla daha süratli yürümeye başladım. Bir müddet gittikten sonra, çok susamış ve yorulmuş bir hâlde yere düştüm. Artık hayâtımdan ümîdimi kesmiş, ölümümün yaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Susuzluk ve yorgunluktan, ızdırap ve elemim son haddine varmıştı. Birden aklıma geldi. Gece karanlığında:
"Yâ Resûlallah! Yetiş! Senden Allahü teâlânın izniyle yardım etmeni istiyorum!" diye inledim.
Sözümü bitirir bitirmez, birinin bana seslendiğini duydum. Sesin geldiği tarafa baktığımda; gece karanlığında, etrâfına ışıklar saçan, bembeyaz elbiseler giyinmiş, o zamâna kadar hiç görmediğim bir kimsenin beni çağırdığını gördüm. Bana yaklaşıp, elimi tuttu. O ânda bütün yorgunluğum ve susuzluğum kayboldu. Yeniden doğmuş gibi oldum. Ona canım birden ısınıverdi. Elele bir müddet yürüdük. Hayâtımın en tatlı anlarından birini yaşadığımı hissettim. Bir kum tepeciğini aşınca, berâber yolculuk yaptığım kâfilenin ışıklarını görüp, arkadaşlarımın seslerini duydum. Onların yanlarına doğru yaklaştık. Benim bindiğim hayvan en arkada onları tâkib ediyordu. Birden gelip önümde durdu. Bineğimi önümde görünce, sevinç çığlıkları attım. Ben bağırınca, benimle gelen zât elini elimden çekti. Daha sonra elimden tutup bineğime bindirdi.
Sonra da;
"Bizden bir şey isteyeni ve yardım talebinde bulunanı boş çevirmeyiz." diyerek geri dönüp gitti. O zaman onun Resûlullah efendimiz olduğunu anladım. O, geri dönüp giderken, çevresine yaydığı nûrların gece karanlığında göğe doğru yükseldiği görülüyordu. O, gözümden kaybolunca, birden aklım başıma geldi;
"Nasıl olup da ben, Resûlullah efendimizin elini ayağını öpmedim." diye çırpındım. Ama iş işten geçmiş, fırsat elden kaçmıştı.

ÜÇ SUAL ÜÇ CEVAP
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden
bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler.


Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;

"Sorun!" buyurdu.

İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı: "Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım."

Şems-i Tebrîzî hazretleri; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu.

O; "Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.

Şems-i Tebrîzî; "Peki öbürünü de sor!" buyurdu.

O;"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi.

Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve;

"Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu." dedi.

Şems-i Tebrîzî; "Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu.

Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: "Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim."

O kimse şaşırarak; "Ağrıyor ama gösteremem." dedi.

Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.

Yine bana; "Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.

Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.

SAÇLARINDAN ASILAN KADIN..
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

Bir gün Hz .Fatıma (a.s) ile Hz. Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gittik Resululah’ın şiddetle ağladığını gördüm:

Babam ve annem sana feda olsun neden ağlıyorsunuz? dedim. Peygamber “miraca gittiğim gece ümmetimden bazı hanımların şiddetli azaba uğradıklarına şahit oldum; onların şiddetli azaba duçar oldukları için ağlıyorum. Sonra onlardan her birinin azabını açıkladı. Hz. Fatıma: “Ey benim gözlerimin nuru bunların işledikleri günahları bana açıkla” dedi:

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Saçlarından asılan kadın saçını namahrem erkeklere karşı örtmeyen kadındır.




Kendi vücudunun etini yiyen kadın ise vücudunu başkaları için kendisini süsleyen kimsedir. Ama vücudunun eti, makas ile kopartılan kadin ise kendisini başkalarina sunan kadindi. Sonra söyle buyurdu:

Kocası kendisinden razı olan kadına ne mutlu.
NAMAZ VE ŞEYTAN
Vaktiyle şeytan insanlara görülürdü.işte o asırlarda adamın biri ona:
''ya şeytan ne yapayım da senin gibi olayım?''diye sordu.şeytan bu soru karşısında şaşırarak,adama;
''yazık sana,bu güne kadar hiç kimse benden böyle bir şey istemedi.nasıl olur da sen istiyorsun''dedi.adam ısrar edince,şeytan:
''benim gibi olmak istiyorsan namazı umursama,bir de doğru yalan olduğuna bakmadan,bol bol yemin et''
adam şeytan'dan bu cevabı alınca:
''Allah'a yemin ediyorum ki,bundan böyle hiç namazı bırakmayacağım ve hiç ye-min etemeyeceğim''dedi,adamın bu sözleri üzerine şeytan:

''senden başka hiç bir kimse beni kandırarak bilgi almamıştı.ben de söz veriyorum ki bundan böyle hiç bir insanoğluna öğüt vermeyecegim''dedi SALAVAT-I ŞERİFE

Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır:

Kâbe yi tavaf ederken, her adımda salevat okuyan birini gördüm. Ona (Sen gerekli duaları

bırakıp hep salevat okuyorsun. Her yerde okunacak dua var) dedim. (Sen kimsin?) dedi.

Ben de kendimi tanıttım. (Sen avamdan değilsin, âlimsin, sana anlatayım) diyerek başladı:

Babamla Beytullaha gitmek üzere yola çıkmıştık. Yolda babam hastalandı. Onu tedavi

etmek için epey uğraştıysam da babam vefat etti. Baktım, ölünce yüzü karardı. Yüzünü

kapattım. Yanında uyuya kalmışım. Rüyamda öyle bir zat gördüm ki, ondan daha güzel

yüzlü hiç kimse görmemiştim. Çok güzel kokuyordu. Babamın yanına geldi. Yüzündeki

örtüyü kaldırıp elini babamın yüzüne sürdü. Babamın siyah yüzü nurlandı, bembeyaz oldu.

Bu zata kim olduğunu sorunca, (Ben Resulullahım. Baban, ömrünü boşa harcadı. Fakat bana

çok salevat okurdu, şimdi sıkıntıda olduğunu bildirdiler, kendisi de benden yardım istedi.

Çok salevat okuyan mümine ben elbette yardım ederim) buyurdu. Uyanınca babamın

yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. İşte bu yüzden her yerde Peygamber efendimize çok

salevat okuyorum

Hiç yorum yok: